top of page

4 Günde Amsterdam Yurtdışı Seyahati

2022 yılının Ağustos ayında şimdi çok komik bir rakam olan 2100 liraya 2 kişilik gidiş-dönüş İstanbul-Köln uçak bileti satın almıştım. Açıkçası fiyatını görünce eşimden cevap gelmesini bile beklemedim. Köln'e almamın sebebi hem trenle Amsterdam'a çok yakın olması, hem de bilet fiyatları en ucuz rotalardan birisi olmasıydı. Tabii ki aklımdaki şey Köln'e gitmek değil, Amsterdam'ı gezmekti ama bunun mantıklı bir hareket olmadığını daha sonraları anlayacaktım.


Öncelikle zaten bir vize krizi vardı ve vize çıkmayacak diye oldukça endişelendik. Daha önce çok fazla Schengen vizesi almış ve Erasmus'u Almanya'da yapmış olmama rağmen sadece 6 aylık vize verdiler. İkinci olarak da Köln-Amsterdam tren biletlerine 2 kişi için gidiş-dönüş 130 Euro daha verince bize yol parası 4670 liraya geldi. Tabii şimdiki bilet fiyatlarıyla karşılaştırınca yine de kardaydık. Diğer komik bir şey ise benim biletleri aldığım hafta Köln'de uluslararası dişçi semineri varmış ve bu nedenle konaklama fiyatları da sadece o hafta için tam 5 katına çıkmış, buradan da ettiğimiz zararla Amsterdam yurtdışı seyahatimizi planlamış olduk.


Yazının geri kalanını daha kolay takip edebilmeniz açısından üç bölüme ayırmaya karar verdim:

  1. Konaklama

  2. Gezdiğimiz yerler ve yaptığımız aktiviteler

  3. Yeme-İçme


1. Konaklama

Biz konaklama için merkeze yakın bir lokasyonda kalmak istediğimizden ötürü daha ekonomik bir seçenek olarak otelde kalmak yerine Booking'den bed&breakfast konseptinde bir yer kiralamayı tercih ettik. Kaldığımız yerin istasyona yürüme mesafesi yaklaşık 11 dakika mesafedeydi. Adı Mercedes Bed&Breakfast olan bu yer, aslında bir evdi. İkinci katında kendine ait banyosu ve kilidi olan üç adet oda bulunuyordu ve bir üst katta da ev sahipleri yaşıyordu. Biz bu 3 odadan birinde kaldık ve vergiler dahil 3 geceye toplamda 300 euro verdik. Oldukça güzel tasarlanmış olan küçük odamızda banyo, televizyon, buzdolabı, kasa, askılık ve hatta kahve makinesi ile kahve kapsülleri bile vardı. Hem çok zevkli döşenmişti, hem de ihtiyacımız olan her şeyi de barındırıyordu.



Ev sahibi ikram olarak bir şişe şarap bile koymuştu. Zaten bu jesti beni tavlamaya yetmişti. Bu arada küçük bir bilgi, ev sahibimizi hiç görmedik bile. Anahtarı alabilmemiz için gerekli talimatları bize mesaj olarak attı. Binanın dışına şifreli ufak bir kasa monte etmiş, şifremizi girerek anahtarımızı kasadan aldık ve eve kendimiz giriş yaptık.

Ev sahibimiz kahvaltı için hemen bir arka sokakta bulunan çok tatlı bir cafe ile anlaşmış. Odamıza bırakmış olduğu kahvaltı fişleri ile gidip cafeden ücretsiz bir şekilde kahvaltımızı yaptık. Bu arada kahvaltı o kadar zengindi ki, her sabah ufak bir mide fesadı geçirerek kahvaltıdan kalktık.

Kahvaltı dışındaki tüm fotoğrafları Booking'den almak zorunda kaldım çünkü odanın fotoğraflarını çekmeyi unutmuşuz maalesef.


 

2. Gezdiğimiz Yerler ve Yaptığımız Aktiviteler


Gün 1:

Mart olmasına rağmen güneşli ve ılık bir günde trenle Amsterdam'a vardık. Daha önce de hep kış aylarında gittiğim için açıkçası çok soğuk bir hava bekliyordum ama hava mükemmeldi ve tam keyifle gezmelikti. Valizlerimizi otele bıraktığımız gibi Dam Meydanı'na doğru yürümeye başladık. Yol üstünden Amsterdam'ın ünlü patates kızartmalarından aldık ve meydana vardık. Biraz etrafı gezdikten ve birkaç fotoğraf çektikten sonra Red Light'ı gün gözüyle görmek istediğimiz için Amsterdam'ın harika kanallarını geçerek yürümeye başladık.

Kanalın kenarında birer bira içmek üzere daha önceden kaydetmiş olduğum puanı oldukça yüksek bir bara gittik. Proeflokaal Arendnest adındaki bu barda onlarca çeşit bira vardı. Biralarımızı alıp kanalın kenarındaki masalara oturarak keyifle biralarımızı yudumladık.



Daha önce birkaç kez Amsterdam'a gelmiş olmama rağmen hiç kanal turu yapmamıştım. Bu nedenle gelmeden önce sınırsız peynir ve şaraplı bir kanal turu için GetYourGuide sitesinden biletlerimizi almıştım bile. Merkez tren istasyonunun karşısından kalkan teknemize binerek turumuza başladık. Turdaki tek Türkler bizdik, genel olarak dikkatimizi çeken çok fazla Amerikalı olmasıydı. Avustralya'dan gelenler bile vardı. Kaptanımız aynı zamanda da rehberimizdi. Oldukça komik ve tatlı birisiydi, kanalları gezerken Amsterdam ve tarihine dair birçok bilgiler verdi ve tarihi yapıları da bize tanıttı. Son derece keyifli bir turun ardından hafifmeşrep bir halde teknemizden inerek Amsterdam'da yaşayan evli bir çift arkadaşlarımızla buluşmak üzere onların ayarladığı bir Hint restoranına gittik. Eşim de ben de Hint yemeklerini çok sevdiğimiz için oldukça heyecanlıydık. Neredeyse çatlayana kadar yedik diyebilirim. Arkadaşlarımızla geçirdiğimiz bu keyifli ve güzel akşamdan sonra otelimize dönmek üzere restorandan ayrıldık ve trene bindik.


Gün 2:

Kahvaltımızı yaptıktan sonra hemen kendimizi sokaklara attık ve başladık yürümeye. Bu gün için daha önceden Tiqets sitesinden aldığımız Heineken Experience biletlerimiz vardı. Bilet vakti gelene kadar hava biraz kapalı ve soğuk olduğu için eldiven ve atkılarımıza bürünüp Hollanda'nın en uzun yeldeğirmeni olan De Gooyer'ı görmeye gittik. Buralarda biraz gezdikten sonra trene binip Heineken Experience için yola koyulduk. Biletimizin saatinden daha önce gitmiş olsak da içeri aldılar. Belirli kişi sayısına ulaştıkça rehberli turları başlattıkları için saat çok da önemli değilmiş. Heineken'in tarihi ve üretimle ilgili bilgiler verdikten sonra turun en eğlenceli kısmına başladık ve interaktif, muhteşem bir görsel şova dahil olduk. (Burada çektiğim videoları instagram hesabımızdan da paylaşacağız.) Son olarak birer bira ikram ettiler ve son kısma geçtik. Burada birbirinden farklı photoboothlar ve kişiselleştirilebilir bira şişesi yapabileceğiniz bir alan vardı. Tabi kişiselleştirilebilir şişeli bira için ek ücret ödemeniz gerekiyor. Şişemizi alıp fotoğraflarımızı çekildikten sonra bar tarafına geçtik ve eğlenceye müzik eşliğinde devam ettik.



Bloemenmarkt'tan geçerek Cannibale Royale adlı restorana geçip harika bir yemek yedik, detayları 3. bölümde vereceğim. Son olarak, Red Light'ta ufak bir tur yaptıktan sonra otelimize döndük.


Gün 3:

Yine muhteşem bir kahvaltının ardından kendimize biraz serbest zaman verip alışveriş yapalım dedik. Birçok markanın ürünlerini Türkiye'den çok daha uyguna bulabileceğimiz TK Maxx gibi outlet mağazalarına gittik. Tabi Primark'a ve Amsterdam'ın en ünlü alışveriş merkezi olan de Bijenkorf'a uğramayı da es geçmedik. The Ordinary cilt bakım ürünlerini Türkiye'nin yarı fiyatına almanın mutluluğu yaşayarak şimdiye kadar yediğimiz en iyi omletleri yapan Omelegg'e giderek son derece leziz bir öğle yemeği yedik. Keyifli bir karın tokluğuyla Vondelpark'a doğru yol aldık. Parkın muhteşem doğasında biraz yürüyüş yaptıktan sonra parkın içerisindeki çay bahçesi görünümlü cafe-bar olan Proeflokaal't Blauwe Theehuis'e gidip birer bira içip ortamın tadını çıkardık.


Biralarımızı içtikten sonra yine daha önceden Tiqets sitesinden biletlerini aldığımız House of Bols'a doğru yola çıktık. House of Bols dünyanın en eski damıtılmış alkollü içki markasıymış. Envai çeşit likörleri var ve kokteyllerinde bu likörleri kullanıyorlar. Kapıdan girdiğiniz andan itibaren harika bir interaktif tura dahil oluyorsunuz. Tur sırasında kulaklıkla bilgileri de dinleyebiliyorsunuz. Likörlerinde kullandıkları malzemelerin kokularını sergiledikleri, Bols'un tarihinden bahsettikleri ve interaktif deneyimler yaşattıkları bir turun ardından buranın barına geçip birkaç kokteyl içtik. Ben Espresso Martini'yi çok sevdiğim için onu tercih ettim fakat bana biraz şekerli geldi tadı. Çok keyifli bir turun ardından yemek için food hall konseptindeki De Hallen'e gittik. Fakat inanılmaz bir kalabalık vardı, içeride de havalandırma olmadığı için aşırı sıcaktı ve yemeklerimizi alıp oturabileceğiniz bir yer bulmak inanılmaz zordu. Çok da hoş olmayan bu akşam yemeğinin ardından 3 günlük yoğun bir gezi programının verdiği yorgunlukla otelimize döndük.



Gün 4:

Hüzünlü bir şekilde Amsterdam'daki son kahvaltımızı yaptıktan sonra Waterlooplein Market'e yürüyüp biraz ikinci el ürünlere baktık, fakat çok az tezgah vardı ve açıkçası çok fazla beğendiğimiz bir şey bulamadık ama kesinlikle görmeye değer bir yerdi. Daha sonrasında asıl gönlümüzü çalan Albert Cuyp Market'e gittik. Burası uzun bir sokak boyunca farklı milletlerden insanların açmış olduğu envai çeşit giyecek, yiyecek ve hediyelik eşya tezgahının çift taraflı sıralandığı bir pazar aslında. Tabiki eşimi hemen Brezilya mutfağının yiyeceklerini satan tezgaha sürükledim ve birer empanada yedik. Diğer tezgahları gezip yakınlarımıza hediyeler, kendimize de Hollanda'nın dillere destan peynirlerinden aldık. Kapanış olarak da İspanya'nın ünlü churroslarından yedik. Tren saatimiz yaklaştığı için hüzünlü bir şekilde otelimize dönüp valizlerimizi alıp Köln'e dönmek üzere tren istasyonuna gittik ve Amsterdam'a tekrar gelmek üzere veda ettik.


 


3. Yeme-İçme

Maalesef gittiğimiz her yerin ve yediğimiz her yemeğin fotoğrafını çekmemişiz fakat çektiğimiz kadarıyla sizlerle paylaşacağım. Fakat neredeyse her restoran ve barın websitesi var ve menülerine online olarak da ulaşabiliyorsunuz.


Omelegg:
Amsterdam nerede yenir? Omelegg

Otelimize yakın olması sebebiyle biz şehir merkezindeki şubesine gitmeyi tercih ettik. Hiç sıra beklemeden mekandaki son boş masaya oturduk. Sabah saat 07.00'de başlayan servisleri saat 15.30'a kadar devam ediyor. Ben bacon ve peynirli olan Bacon&Farmer Cheese'i tercih ettim, eşim de bacon, mantar, biber ve peynirli olan The Dutchie'yi tercih etti. Omletlerin yanında harika bir köy ekmeği ve salata da geliyor. Yanında da birer americano içtik. Mutfak açık olduğu için yemeklerin hazırlanışını izleyebiliyorsunuz. Servis hızlı, omletler anlatabileceğimin çok ötesinde bir lezizlikte. Omlet fiyatları ise 7.50 ile 14€ arasında değişiyor.

Puan: 9/10



Tazzina:
Amsterdam nerede yenir? Tazzina

Otelimizin anlaşmalı olduğu kahvaltı yaptığımız cafe burasıydı. Sokağın tam köşesinde ve kanalın hemen yanında bulunan bu cafenin kahveleri oldukça güzeldi. Kahvaltı harikaydı, açıkçası çok zengin bir kahvaltı anlaşması yapmışlar, 1 yumurta, 1 kruvasan, reçel, tereyağı, 1 kase granola ve yoğurt, tercih edeceğiniz bir meyve suyu ve bir adet de kahveyi içeriyordu. Sanırım kahvaltıyı 14-15€ gibi bir anlaşmaya yapmışlar ama biz ayrıca hiçbir şey ödemedik tabiki. Her gün baygınlık geçirerek kahvaltıdan kalktık diyebilirim. Yalnızca 5-6 masası olan bu mekanda servis maalesef biraz yavaştı ama çalışanlar çok güleryüzlülerdi.

Puan: 7/10



Cannibale Royale:
Amsterdam nerede yenir? Cannibale Royale

Pub tarzındaki bu restoran karanlık bir mahzen havasında dekore edilmiş ve hem barı, hem de yemek alanı var. Amsterdam'da yediğimiz en pahalı yemek olmasına rağmen İstanbul'a kıyasla çok normal bir tutar ödedik. Öncelikle ortaya camambert peyniriyle yapılmış leziz bir ara sıcak aldık. Ana yemek olarak da paylaşacağımız şekilde büyük bir steak ve patates kızartması aldık. Yanında da bir şişe şarap içtik. İçtiğimiz şarap da ortalama üstü bir Merlot'ydu. Bunların hepsine toplam 90€ ödedik. Servis çok güzeldi, çalışanlar ise çok tatlılardı.

Puan: 9/10




Manneken Pis Damrak:
Amsterdam nerede yenir? Manneken Pis Damrak patates kızartması

Tren istasyonundan çıktınız Dam Meydanı'na doğru yürüyorsunuz. Önünde upuzun ve yüzde 90'ını Türklerin oluşturduğu bir sıra görüyorsanız bilin ki doğru yerdesiniz. Amsterdam'ın çok ünlü patates kızartmacısında tabiki biz de diğer Türk turistlerle birlikte sırada bekleyip patateslerimizi yedik. Patateslerin hiçbir esprisi yok açıkçası, fakat sosları çok güzel. Aman iki kişi bölüşeceğiz diyip Large almak gibi bir hataya düşmeyin. Lakin arkadan gelen "Ay bu çok büyükmüş biz Small alalım aşkım" seslerini siz de duyabilirsiniz. Büyük diye yemedik mi tabiki yedik ama sonrasında akşama kadar hiçbir şey yiyemedik.

Puan: 5/10



The Guru:

Amsterdam'a 2 sene önce taşınan arkadaşlarımızla buluşmak üzere yemeklerine bayıldığımız bu restoranda buluştuk. Burada 2, 3 ve 4 kişilik fix menüler de var, a la carte da seçebiliyorsunuz. Arkadaşlarımız daha önce denedikleri için fix menü önerdiler ve patlayana kadar yiyeceğimiz bir yemek serüvenine başlamış olduk. Bizim gibi Hint yemeklerini sevenler için bir cennetti diyebilirim. Her şey çok lezzetliydi fakat porsiyonlar inanılmaz büyüktü. O nedenle hiçbir şeyi bitiremedik maalesef. 4 kişilik menüsü içecek hariç 165.5 euroydu. Pahalı fakat gelen yemek miktarına göre oldukça normaldi. Menünün içerisinde 3 başlangıç, 4 ana yemek, bir de tatlı servisi var. Başlangıç dediğime bakmayın ana yemekle aynı büyüklüktelerdi neredeyse. Maalesef burada hiç fotoğraf çekmediğimiz için sizlerle paylaşamıyorum ama internetten The Guru Amsterdam diye araştırıp her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz.

Puan: 8/10


De Hallen:

Food hall tarzındaki bu yerde onlarca farklı küçük yemek tezgahı var. Her türlü yemek seçeneğini bulabiliyorsunuz. Oturma yerleri ortak, fiyatlar ortalama, içerisi havasız ve çok sıcak, ve maalesef oturacak yer bulmak inanılmaz zor. O yüzden çok tavsiye ettiğimi söyleyemeyeceğim.

Puan: 5/10



Proeflokaal Arendnest:
Amsterdam nerede içilir? Proeflokaal Arendsnest bar

Google mapsten bulduğumuz puanı çok yüksek olan bu barda 50 fıçı, 100'den fazla da farklı çeşit bira vardı. Biz adını hatırlamadığım farklı biralar denedik. Kanalın kenarındaki oturma alanında oturup güzel havanın tadını çıkardık. Barın atmosferi ve dekorasyonu da çok güzeldi. Ne tür aromalar sevdiğinizi barmenle paylaşınca o size önerilerde bulunuyor. Fıçı biralar 3.5-9.5€ arası, şişe biralar da 4-40€ arasında değişiyor.

Puan: 9/10





Amsterdam seyahati ve mekanlar ile ilgili her türlü sorunuzu yorum olarak bırakabilir veya bize Instagram hesabımızdan (@katosocial) ulaşabilirsiniz!


Comments


bottom of page